Anadolu Yaban Koyunu

Sarp yükseklikler ve derin vadilerle kaplı bozkırların savaşçılarıydı onlar. Erkekler dişiler için kafa kafaya vuruşur, zıplayarak bedenlerini çarpıştırırdı. Ama insanın baskısına direnemediler. Tek bir yerin dışında tümüyle yok oldular. Anadolu’nun son yabankoyunları şimdi Konya’nın Bozdağ’ındaki koruma sahasında yaşamlarını sürdürüyor.

Vahşi delikanlı

Uzmanlığı kurtlar gibi büyük yırtıcılar üzerine olan birinin, otobur Anadolu yabankoyunu (Ovis gmelinii anatolica) türü üzerine birkaç satır yazması garip karşılanmaz umarım. Bir yerde okudum `sen ne yiyorsan osundur’ sözünü. Yabanda kurt, ayı, vaşak, pars gibi büyük etoburları anlamak için onların avları olan türlerin de ekolojilerine bakmak gereklidir. Av-avcı ilişkisi yaban hayatı ekolojisi alanındaki en ilginç ve belki de çalışılması en zor konulardan biridir. Özellikle av ve avcı arasındaki en ufak ilişkileri çıkartmanın aylardan, uzun yıllara uzanan çalışmaları gerektirdiği düşünülürse.


Av olmak zor ama bunu bir de avcıya sormak gerek. Derler ya bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Yaban için bu söz şöyle düzenlenebilir: Bana avını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.


Anadolu yabankoyununu bilim dünyasına ilk kez 1841 yılında Blyth, sonra da 1856 yılında Valenciennes tanıttı. Danford ve Alston adlı araştırmacılar ise 1877′de yaptıkları gözlemlerle tür hakkında ilk derli toplu bilgileri bize sundular. Bu araştırmacılar o tarihlerde yabankoyununa İç Anadolu’nun birçok yerinde, özellikle Konya bölgesinde rastlandığını belirtirler. Bu gözlemlerin yapıldığı 1877 yılından sonra 1960′lara kadar bu türle ilgili başka bir çalışmaya rastlanmaz literatürde. Fakat 1960′lardan itibaren Orman Bakanlığı’na bağlı Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü, türün dağılımı ve durumunu araştırdı. Bu çalışmalarda oldukça küçülmüş ve zayıf düşmüş populasyonlara rastlandı. Aladağ’da bulunan populasyon o kadar azalmıştı ki sonradan 1970′lerde bu populasyon ve geçen yıllar içinde Ankara, Eskişehir ve Konya’nın değişik bölgelerinde dağılım gösteren diğer populasyonlar da yok oldu. Son olarak türün sadece Konya Bozdağ’da dağılım gösterdiği belirlendi. Bu nedenle 1966 yılında Konya ilinde 42 bin hektarlık bir alan Bozdağ Yabankoyunu Koruma ve Üretme Sahası ilan edildi.


Populasyonların kesin olarak hangi nedenlerden yok olduğunu bugün bilemesek de genel olarak aşırı avlanma, evcil hayvan otlatılmasının aşırı düzeyde yapılması ve iklim koşullarındaki değişiklik, azalmanın başlıca nedenleri olarak düşünülebilir. Konya Bozdağ’daki üretme sahasına 1990 yılından itibaren dönem dönem koruma çalışmaları ve gözlemler yapmak üzere giden Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü’nden emekli Şube Şefi Emin Nasuhoğlu o yıllardaki çalışmaları şöyle özetliyor:

“Bozdağ ismi tekil, ama o gerçekte bir ucu Ankara yoluna dayanan, ova üzerinde kıvrılarak ilerleyen bir dağ silsilesi. Koruma sahası derin dereler, dik yamaçlı tepeler ve dağlar ile kendini gösteren dalgalı parçalı bir arazi yapısına sahip. Yabankoyununun yanı sıra keklik ve tavşanın güçlü bir yaşam alanı olduğu için avcıların uğrak yeri olmaktan kurtulamamıştı. Bu nedenle uzun yıllardan beri koruma çalışmalarına ağırlık verilmiş ve türün çoğalması sağlanmıştı. Daha sonra sahanın 5 bin hektarlık kısmı kafes-örgü tel ile çevrildi ve elektroşok çitle desteklendi. Bu sayede sahaya olan kurt baskısı önlendi ve kaçak evcil hayvan otlatması ve insan baskısının önüne geçilebildi.”


Diğer adları ceren, davarkoyunu, kayadavarı olan yabankoyununun erkekleri 45-75 kilogram, dişileri ise 35-50 kilogram ağırlığındadır. Yabankoyununun sarımsı kahverengi postu kış aylarında daha koyulaşır. İki yaşını doldurmuş erkeklerde postun koyu renge bürünmesi daha belirgindir. Ayrıca boyun ve göğüslerinde uzunca kıllı siyah bir yele oluşur. Mayıs, haziran aylarında tüy dökerler. Çiftleşme dönemleri kasım ve aralıktır. Erkekler arasında dişiler için ciddi kavgalar çıkar. Bu durumda kafa kafaya vuruşurlar, zıplayarak bedenlerini çarpıştırırlar ve ön ayaklarıyla birbirlerine tekmeler savururlar. Baskın erkek dişilerle büyük bir sürü kurar. Dişinin hamilelik dönemi yaklaşık 148 gündür. Doğum mayıs ayında gerçekleşir. Genç dişiler bir, daha yaşlı olanlar fiziksel durumlarına göre iki yavru doğurur. Kuzular doğumdan 10-15 gün sonra beslenmeye başlar ve sonraki yıl yaklaşık 10 kat ağırlık kazanır. Yabankoyunları 15-18 yıl yaşar. Gün içindeki etkinliklerinin büyük kısmı otlanmakla geçer, yazın kurak zamanlarda kayalara yakın yerlerde, gölgede dinlenirler. Dişiler kendilerinin ve yavrularının güvenliği için otlu yerlerde zaman geçirirken, daha cesaretli olan erkekler çimenli bölgelerde hareket eder.


Türkiye’nin belki de üzerinde en çok çalışılmış büyük memeli türüdür aslında Anadolu yabankoyunu. En çok derken yanlış anlaşılmasın, şimdiye kadar toplam üç beş bilimsel çalışma gerçekleştirildi tür üzerine. Bu sayılar bazılarına az gelebilir. Fakat birçok yaban hayatı türümüzle ilgili bir iki ciddi bilimsel çalışmanın bile olmadığını düşünürsek bu sayılara sevinmemiz gerektiği ortaya çıkar. Literatürde, 1841 yılında Blyth, 1856 yılında Valenciennes, 1877′de Danford ve Alston, 1990, 1991 ve 1992 yıllarında M. A. Kaya, 2000 yılında Okan Arıhan ve son olarak 2001 yılında Zeynep Yüksel ve Deniz Özüt’e ait iki çalışma var. Bu çalışmalara ek olarak birçok araştırmacı, gezgin ve avcı son iki yüzyıl içinde değişik yayınlarda türle ilgili notlar düştü.


Bir bölgedeki otoburların yani yabankoyunu, ulugeyik, karaca gibi büyük memeli türlerinin sayısında yıllar içinde ne zaman bir azalma olduğu gözlense veya bir azalma olduğuna inanılsa, günah keçisi olarak hep etoburlar (yırtıcılar) gösterilir. Antalya’daki dağkeçilerinin (Capra aegagrus) neden azaldığını sorsanız, bir numaralı suçlu vaşaklardır. Toroslar’ı aşıp, Konya’da yabankoyunlarının son birkaç on yılda, neden azaldığını sorsanız, bir numaralı suçlu kurtlardır bu sefer. Bölgede kurtlara atfedilen saldırıların çoğunun çoban köpeklerinden kaynaklandığı düşünülmez. Kuzey Amerika’da evcil hayvanlara yönelik saldırıların incelenmesi sonucu birçok saldırının köpekler tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Ama yaban hayatı populasyonlarında iç ve dış parazitlerin çok önemli olduğu, değişen iklim koşullarının bir türün üretkenliğini, dolayısıyla o populasyonun devamını büyük ölçüde etkileyebileceği bilinmez. Dünyanın hiçbir yerinde avcı populasyonunun doğal şartlar altında av populasyonunu tükettiği gözlenmemiştir.


Av ve avcı ilişkisine, belki de üzerinde en çok durulmuş örnek olarak Kanada vaşağı (Lynx canadensis) ile Amerikan tavşanı (Lepus americanus) verilebilir. Ünlü ekolog Charles Elton ve meslektaşı M. Nicholson 1942 yılında üşenmeden Kanada’da bulunan Hudson Bay şirketinin 1845 ile 1935 dönemine ait, yaklaşık yüz yıllık vaşak ve tavşan postu kayıtlarını inceleyerek populasyonların bir nedenden dolayı dalgalanmalar yaptığını gözlemler. Daha sonra 1988 yılında C. J. Krebs, A. Sinclair ve J. Smith gibi dönemin tanınmış ekologları `Tavşanların Populasyon Biyolojisi’ adlı kitap gibi makaleyi yazıp tavşan ölümlerine birinci neden olarak vaşağın yaptığı av baskısını gösterirler. Kayıtlar incelendiğinde tavşan populasyonunun her on yılda bir en fazla sayıya ulaştığı sonra tekrar azaldığı görülür. İlginç olarak vaşak populasyonunda da aynı olay gözlenir. Vaşak populasyonundaki azalma ve artışın sadece bir iki sene farkla tavşan populasyonunu takip ettiği belirlenir. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalarla tilki, baykuş ve sansar gibi avcı türlerinin senkronize bir biçimde av populasyonları ile birlikte azalıp artış gösterdiği açığa çıkar. Vaşak ve tavşan populasyonu arasındaki bu ilginç ilişkinin nedeninin Güneş patlamaları ile ilgili olabileceği akla gelir. Birkaç yıl sonra Güneş patlamalarının her 11 yılda en fazla sayıya ulaştığı hesaplanır. Diğer taraftan P. Moran 1949 yılında tavşan populasyonunun ortalama olarak her 10 yılda bir en fazla sayıya ulaştığını ortaya koyunca bu ilişkiden de vazgeçilir. Yıllarca

bütün klasik ders kitaplarında yer alır Kanada vaşağı ve tavşan ilişkisi.


Kuzey Amerika’nın değişik bölgelerinde yapılan gözlemler ve C. Smith’in 1983 yılında yaptığı çalışma vaşak-tavşan ilişkisinin, populasyonlarındaki uyumlu dalgalanmaların başka alanlarda da yine bir-iki sene farkla var olduğunu gösterir. Önceden ortaya konmuş olan av-avcı ilişkisine ait açıklamaların (modellerin) doğru olması durumunda farklı bölgelerde farklı büyüklüklerdeki populasyon dalgalanmalarının olması gerektiğinden bu modellerin pek de bir şey açıklamadığı anlaşılır. Sonraki çalışmalarda British Columbia, Anticosti Adası ve Quebec gibi yerlerde yapılan araştırmalar buralardaki tavşan populasyonlarının da aynı şekilde dalgalandığını ortaya koyar. Fakat, yaban hayatı araştırmacılarını şaşırtan şey, bu bölgelerde hiç vaşağın bulunmayışıdır!


Toplanan onca verinin tekrar tekrar incelenmesi sonucunda vaşak ve tavşan populasyonunun birbirini etkilemediği anlaşılır. İlk başta akla gelenin aksine, aslında vaşak populasyonunun tavşan populasyonundaki dalgalanmalardan etkilendiği belirlenir. Tavşan populasyonunun türün besini olan bitkilere bağlı olarak yıllara göre dalgalandığı anlaşılır. Yoğun olarak tavşanların otladığı alanlarda L. Keith tarafından 1983 yılında yapılan çalışmalarla, tavşanlar tarafından aşırı yenen bazı ot türlerinin bir süre sonra tavşanlarda zehir etkisi yapan bir madde ürettiği ve sonuçta tavşanların bu ot türlerini tüketmelerini zorlaştırdığı, dolayısı ile ortamdaki yenilebilir nitelikteki ot türlerinin azaldığı sonucu ortaya çıkar. Otlarda bulunan bu maddenin otlama olayından sonra birkaç sene daha bitkinin yapısında hâlâ bulunduğunu gösterir. Ama her şeye rağmen tüm bu açıklamalar kesin olarak tavşan populasyonundaki dalgalanmanın nedenini açıklamaya yetmez. Daha önceden tavşan populasyonundaki dalgalanmaları vaşakların av baskısına bağlayarak açıklayan A. Sinclair, C. Krebs ve J. Gosline, 1993 yılında tamamladıkları yeni çalışmalarında tavşan populasyonundaki dalgalanmanın Güneşteki patlamalar, karın az yağdığı dönemler ve tavşanların otlama davranışları arasındaki etkileşimden ileri gelebileceğini, Güneş lekelerinin dolaylı olarak iklimi ve bitki büyümesini etkilediğini belirtirler. Ne derler, yanlış hesap Bağdat’tan dönermiş. Sonuç olarak tavşan ile vaşak arasındaki yani bir av ile avcı arasındaki ilişkinin ilk başta düşünüldüğü ve modellendiği kadar basit olmadığı kesin olarak anlaşılır.


Av-avcı ilikişinde genel olarak bilinenin aksine ağırlıklı olan tarafın av olduğu ve avcı populasyonunun av populasyonu tarafından büyük ölçüde belirlendiği bilinmeli. Bu nedenle özellikle kurtların ortadan kaldırılmasını amaçlayan ve son elli yıl içinde gerek açıktan gerekse gizli olarak yürütülen zehirleme çalışmaları artık son bulmalı. En son geçen aylar içerisinde basında yer alan ve helikopter kullanarak yapılan `kurt avları’ bitmeli Türkiye’de.


Yabankoyunu doğuda da dağılım gösterir. Farklı bir alttür olan doğu populasyonuna ait bireyler Ovis gmelinii gmelinii olarak sınıflandırılır. Morfolojik açıdan Anadolu yabankoyunundan farklılıklar gösteren bu alttür acaba davranışsal açıdan ne gibi farklılıklar sergiliyor? Umarım bunu buradaki populasyon yok olmadan öğrenebiliriz. Doğudaki populasyonun da dağılımının geçmiş yıllara göre sınırlandığını söylemek gerek. Örnek olarak Ağrı ilinde, Doğubayazıt bölgesinde artık yabankoyunu varlığından bahsetmek oldukça güç. Bir zamanlar Türkiye ile İran arasında göç eden populasyonun artık daha çok İran’da kaldığını Türkiye tarafına göç hareketinin oldukça sınırlandığını belirtmeliyiz. Yerel halk bu nedenle ancak birkaç bireyin varlığından bahsediyor. Doğu Anadolu’da yabankoyununun korunması amacıyla 1971 yılında Van Ğ Özalp Koruma ve Üretme Sahası ve 1981 yılında Ağrı Tendürek Dağı Koruma Sahası kuruldu.


Anadolu yabankoyununun korunması için öncelikle Konya bölgesinde evcil hayvan otlatılmasının düzenlenmesi, sınırlanması ve türün yeni alanlarda populasyonlar oluşturması için Nallıhan, Karaman ve Sivrihisar gibi alanlara ön çalışmaları yapılarak öncü bireyler yerleştirilmesi ve bu tür yeni alanların araştırılması gerekli.


Elbette, en başta türün ekolojisini anlamak için arazi ağırlıklı yeni araştırmalar yapmak, elde edilen bilgiler ışığında türü korumaya çalışmak kaynakların akıllı ve gerçekçi kullanımı açısından şart. Bilgi kuvvettir. Yaban hayatı yönetimi, yaban hayatı araştırmalarından çıkan sonuçların yorumlanması ile gerçekleştirilmezse ne tür mutlu olur ne de insanoğlu.


Bugün Anadolu yabankoyunu koruma altında. Başka bir deyişle yasal olarak bu türün avlanması yasak. Ama hemen belirtelim, sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde bu türün ava açılacağı günü dört gözle bekleyen avcılar var.


Kurt dendiğinde avcıların dışında kimsenin aklına elma kurdundan başkasının gelmemesi, aslında çarpıcı bir şekilde doğa ile olan ilişkimizin boyutunu gösterir. Sevgili kayınvalidemin çalıştığım türün elma kurdu değil de bozkurt olduğunu öğrendiğinde koltuktan nasıl zıpladığını hâlâ hatırlarım. Kurtlar gibi Anadolu doğasının en önemli türlerinden birininvarlığından bihaber olanların, pek de karizmatik olmayan Anadolu koyunu gibi, Türkiye’nin bir yerine sıkışıp kalmış, dağılımı noktasal hale gelmiş ama memleketimize özgü bir türün varlığını bilmesini beklemek boşuna belki de. Bize düşen de yurt çapında bıkmadan, usanmadan Türkiye doğasının barındırdığı yaban hayatı türlerini tanıtmak, anlatmak


Yabandan evcile


Bir hayvanın evcilleştirilmesi oldukça zahmetli ve uzun bir süreçtir. Besin güvencesi için yerleşim bölgesinde hayvanın canlı tutulup ihtiyaç duyulduğunda ulaşılabilir olmasının sağlanması ve bu yabanıl hayvanların zamanla yavrulaması ile evcilleştirme süreci de başlamıştır. İlk olarak hangi hayvanın evcilleştirildiği şu an için kesin değil. Ancak zooarkeolojik veriler yabankoyununun ilk evcilleşen hayvanlar arasında olduğunu gösteriyor. Yaklaşık İÖ 9000-8000′lerde Yakındoğu’dan bazı yerleşimler (Zavi Çemi Şanidar, Eriha) koyun evcilleştirmesi için şimdilik en eski tarihleri vermektedir.


Yabanıl koyunun pek çok türü vardır ve bunlar Asya ile Akdeniz adalarının bir kısmına yayılmıştır. Akdeniz sahili ve Romanya dışında ise Avrupa’da yabanıl koyuna rastlanmaz.


Bugünkü evcil koyunun atasının, beş yabanıl koyun türü olduğu kabul edilir. Bunlardan en çok rastlanan üç tür şunlardır: Asya ve Doğu muflonu (Ovis orientalis), Ural koyunu (Ovis vignei), Argali koyunu (Ovis ammon). En eski evcil koyunun görüldüğü Zavi Çemi yerleşimi Ovis orientalis türünün yayılım alanı içindedir. Dolayısıyla ilk evcilleşen tür olarak bilinen yabankoyunu şu an için Ovis orientalis’tir.


Özellikle Batı Asya’nın dağlık kısımlarında yaşayan Asya ve Doğu muflonu (Ovis orientalis) Anadolu, Kıbrıs, Türkistan, Afganistan, Transkafkasya ve Tibet’e kadar yayılmıştır. Batı Asya’da yaşayanlar daha büyüktür. Boyları 80 santimetreden fazladır. Bu grubun erkek hayvanlarının boynuzları, kafanın iki yanından dışa doğru geniş bir daire çizerek uçları hayvanın sırtına değecek biçimdedir. Bu türün dişileri boynuzsuzdur.


Asya ve Doğu muflonu (Ovis orientalis) ve Ural koyunu (Ovis vignei) arasında görünüm açısından büyük benzerlikler vardır. Yalnız bu türün dişileri dik, kısa, beyazımsı renkte boynuzlara sahiptir. Ovis vignei doğuda İran’dan Afganistan ve Hindistan içlerine kadar uzanan, kuzeyde de Türkmenistan’ın dağlık kesimlerini kapsayan yayılım alanına sahiptir.


Argali koyunu (Ovis ammon), Sibirya ve Orta Asya’da Altay Dağları’nda yaşar. Bunlar boyları 180 santimetreye, yükseklikleri 120 santimetreye varan çok büyük koyunlardır. Hindistan ve Uzakdoğu’da bugün yaşayan evcil koyunların atası olarak kabul edilirler. Boynuzları da çok büyük ve kalındır.


Bir hayvan kemiğinde, evcilleştirmenin morfolojik izlerinin oluşması için yaklaşık 2 bin yıl gerekir. Bu nedenle bu tür değişimler ancak Son Neolotik yerleşimlerde (İÖ 6000-5000) bulunan kemiklerde görülür. Bu süre içinde bazı zooarkeolojik verilerde değişimler gözlenir ve bu sayede evcilleştirmenin başladığı söylenir. Yaş ve cinsiyet dağılımında ani değişim, boyutta küçülme gibi veriler evcilleştirmenin başladığına işaret eder. Morfolojik değişimler ise zamanla ortaya çıkar ve değişik türlere göre bazı farklılıklar gösterir.


Yabankoyunuyla evcil koyun arasındaki morfolojik farklardan bazıları ilk evcilleştirme aşamalarında görülür. Erkek hayvanda evcilleştirmenin ileri aşamalarında boynuzda zamanla küçülme başlar. Diğer bir değişim kuyruk boyunun evcil hayvanda daha uzun olmasıdır. On ikiden fazla sayıdaki kuyruk omuru koyunun evcil olduğunu gösterir. Bazen bir evcil koyunda bu sayı 35′e kadar çıkar. Ayrıca evcil koyunda bacak ve kol kemikleri yabanıllarına göre daha kısadır.


Yabankoyununun günümüzde de varlığını sürdürmesi, evcil koyunla görünüm açısından karşılaştırılabilmesini sağlar. Yabanıl koyunda kulaklar daha küçük ve diktir. Evcil koyunda ise kulaklar sarkık bir görünüm alır. Evcilleşmenin ileri aşamalarındaki evcil koyunlar pigmentlerin kaybolması nedeniyle beyaz renktedir. Yabankoyunları her yıl tüy döker ve evcilleşmeden sonra tüy dökümü durur ve kıllılıktan yünlülüğe doğru bir gelişim olur.


Anadolu’da Neolitik Çağ içinde ilk evcil koyuna yaklaşık İÖ 7500-6500′lerde rastlanır. Çayönü (Diyarbakır) yerleşiminin Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’e tarihlenen tabakalarının sonlarına doğru, koyunun evcilleştirilmiş olduğu düşünülmektedir. Can Hasan III (Burdur), Erbaba (Konya), Doğu Çatalhöyük (Konya) de koyunun evcilleştirildiği düşünülen Neolitik yerleşimlerdir. Buna rağmen yaklaşık aynı döneme tarihlenen bazı Anadolu yerleşimlerinde bulunan koyunların evcil olmadığı biliniyor. Konya’da bulunan Suberde yerleşiminde, tartışmalara rağmen koyunun evcil olmadığı kabul edilir. Aksaray’daki Aşıklı Höyük ve Burdur’daki Hacılar yerleşiminde de şu anki bilgiler yabanıl koyunun yoğun olarak avlandığı ama evcilleştirmenin olasılıkla başlamadığını göstermektedir.


Eldeki veriler yabankoyununun ilk ne zaman, nasıl evcilleştirildiğine kesin cevaplar vermiyor. Yine de Yakındoğu ve Anadolu’dan gelen en eski evcilleştirme tarihleri ve çifttırnaklı hayvanların evcilleştirilme aşamalarıyla ilgili bilgiler bu, yabanıl hayvanın evcilleştirme süreci ile ilgili önemli ipuçları sağlıyor.

Yorum yok "Anadolu Yaban Koyunu"

Yorum Gönder